23 Ekim 2012 Salı

Zagreb: "Euro seni seviyorum"

İkinci geleneksel hafta sonu gezimizi geçtiğimiz hafta sonu Zagreb'e düzenledik. Ljubljana ile Zagreb arası sadece 142 km. olduğu için herkesin ilk gittiği şehirlerden biri. Genelde giden kişiler  kalabalık olup araba kiralamayı tercih ediyor ama biz direkt trenlerin avantajından yararlanıp trenle gitmek istedik. Her geziye başlarken olduğu gibi yine kalabalık gitmek istemiyorduk ve kalabalık olmanın dezavantajlarını konuşup duruyorduk ve gezimize 4 kişi olarak başladık. Zagreb'e Ljubljana Erasmus grubundan başka bir organizasyon daha düzenleniyordu, planımız akşam hostelde onlara katılmak üzerineydi.

Venedik'de ne yaparsak yapalım kaybolacağımızı duyduğum için belli başlı hedefler belirleyip bir şekilde o bölgeleri ziyaret edecek şekilde spontane bir şekilde gezinmiştik. Bu sefer daha organize olmak ve görülmesi gereken her yeri görmek istedim. Bu konuda Gökhan Ç.'den çok ilham aldım gerçekten ve ilk planıma katkısından dolayı teşekkürler.  Benim kendimce belirlediğim hedefler sırasıyla, National Theatre, Britanski Trg, Lotrscak Tower, Strossmayerovo setaliste, Museum of Broken Relationships, Sankt Markus Trg, and St. Mark's Church, Kamenita Vrata (Stone of Gate), Katedral, Dolac ve şehrin en merkezi diyebileceğimiz Trg bana Josipa Jecacica'idi. Bunlar dışında botanik bahçelerinin ve parkların, Jarun Gölü'nün, Park Maksimir'in görülmesi gerektiğini duymuştum. Son derece planlı programlı bir şekilde yola çıktığımızı düşünürken, trende Ljubljana'dan başka kişilerle karşılaştık. Onlar da bizim kalacağımız hostele gidiyormuş. Böylece sayımız yine aniden 7'ye ulaştı ve yine çok uluslu bir grup haline geldik. 7 sayısı galiba gezilerimiz için özel. Bir Polonyalı, bir Türk (ki o ben oluyorum) her gezide demirbaş olmak üzere 1 Polonyalı, 2 Türk, 1 İspanyol, 2 İtalyan ve 1 Çek Cumhuriyetli Erasmus olarak Zagreb'e ayak bastık. Böyle çok uluslu gruplar halinde olmayı daha çok seviyorum.

 Önce hostele uğramamız gerekiyordu yani dakika bir gol bir gezi planı bozulmuş oldu. Ancak Zagreb o kadar küçüktü ki görülmesi gereken her yeri yine de görebildik. Şehirde tramvay kullanımın oldukça yaygın olduğunu ve günlük biletler alınarak gezilebileceğini duymuştum ama tabii ki biz yürümeyi tercih ettik. Benim ilk planım tren istasyonundan çıktıktan sonra saat yönünde daire çizerek şehri dolaşmaktı ancak aksaklıklar oldu dediğim gibi. Oda işlemlerini halledip eşyaları odamıza bıraktıktan sonra neyse ki 2 saat rötarla geziye başladık. Bu durumda ilk planın tam aksini yani saat yönünün tersinde daire çizerek ilerlemeye başladık. İlk hedefimiz Trg Bana Josipa Jecacica oldu ve ilk amacımızsa gezilecek her yeri unutup yemek yemekti. Yemek yeme kaosunu da atlattıktan sonra gezi için hazırdık.

                                          Strossmayerovo setaliste'de iki şehrin ayrımı

Zagreb Upper Town and Lower Town olmak üzere iki bölümden oluşuyor. Gornji Grad olarak da adlandırılan Upper Town şehrin daha tarihsel dokusunu taşıyan bölüm. Bizim görmek istediğimiz pek çok yer de Upper Town'da bulunuyordu. Josipa Jecacica'dan ayrıldıktan çok kısa süre sonra görülecek tüm yerlere neredeyse ulaştık, çünkü tüm yerler birbiriyle iç içe geçmiş kadar birbirine yakındı. Öncelikle bizi Lotrscak Kule'sine ulaştıracak funiküler bağlantısı gördük. Bildiğim kadarıyla  dünyanın en kısa füniküleriymiş. Biz de tabii ki yürüyerek çıkmayı tercih ettik ve  Strossmayerovo setaliste adı verilen Upper ve Lower Town ayrımını görebileceğimiz manzaraya ulaştık.

Lotrscak Kulesi hemen Strossmayerovo'nun bulunduğu meydandaydı. Okları takip ederek devam ettiğimizde Kamenita Vrata'yı gördük. Zamanında Zagreb şehri tamamen yanmış ve yangından geriye bir tek Kamenita Vrata kalmış. Bu yüzden Stone of Gate olarak da adlandırılıyor. Aynı zamanda Meryem Ana'nın burada görüldüğüne inandıkları için kutsal kabul ediliyormuş ve her yıl dini kutlamalar yapılıyormuş.

Stone of Gate

Çok kısa sonra ise Museum of Relationships müzesine ulaştık. Giden insanlar kesinlikle görülmeye değer bir müze olduğundan bahsediyorlardı. Hatta tripadvisor tarafından 2012 yılının en çok tavsiye edilen müzelerinden seçilmiş, ancak ben hiç de ilginç bulmadım. Daha orjinal ürünlerle karşılaşırım diye düşünüyordum ama yok maalesef. Sevgilimin evimde unuttuğu terlikleri, en son kullandığı yara bandı gibi gibi paylaşımlardan öteye gitmiyordu. Bizimla değilsin Museum of Broken Relationships.

Ardından St. Marks Trg ve St. Mark's Kilisesinin önündeydik. Trg Slovence'de de meydan anlamına geliyor, bu benzerlik tabii ki süpriz değil. Cumartesi olması sebebiyle pek çok düğün organizasyon vardı sanıyorum, poz veren pek çok gelin ve damatla karşılaştık. Eminim aşağıdaki fotoğrafçı yere yatmasa o fotoğrafı çekemezdi.

  St. Mark's Meydan'ından 

Böylece bu bölgede görülecek yerleri bitirmiş olduk. Ardından nasılsa Jelacica Meydanına geri döneriz düşüncesiyle en sona bıraktığımız Katedral'i ziyarete gittik. Diğer katedrallerden ayıran, özel bir yönü olan bir katedral olduğu söylenemez ama gitmişken de görmek gerek.

Katedrad'den bir görüntü

Tarihi yerlerin dışında şehir merkezinde hemen görülecek şekilde Dolac adı verilen pazarları da vardı. Şehir'de pazar anlayışı oldukça yaygın. Bolca çiçek satılan Dolac pazarına şöyle bir bakındıktan sonra Jelacica Meydan'ında molayı haketmiştik. Onca gecikmeye rağmen şehir öyle küçüktü ki gecikmemiz pek de sorun olmadı. Tesadüfen Art of Coffee adında bir etkinlikle karşılaştık. Okuduklarıma göre Zagreb insanların zamanlarının çoğunu dışarıda geçirdiği yerlerinden başında geliyormuş. Hatta birinci olarak anımsıyorum ama kamuoyunu yanıltmayayım. Gerçekten de insanlar sürekli kafelerde, sokaklarda oturup sohbet etme modunda. Bu canlılığı sevdim. İlgimi çeken başka bir nokta ise her yerde büyük markaların büyük logoları olmasıydı.

Trg bana Josipa Jecacica'dan

Akşam için hedefimiz Jarun Göl'üne gitmekti. Jarun Göl'ünün cumartesi akşamları güzel olduğundan bahsediliyordu. Biz de önce hostelde dinlenip, daha sonra taksiyle Jarun Göl'üne gittik. Hostel ile Jarun'un arası yaklaşık olarak 9 km. Şehir merkezine gidip, oradan 17 numaralı tramvay ile Jarun'a ulaşılabiliyormuş. Bir diğer tercih de otobüs kullanmakmış ama sayımız oldukça fazla olduğu için taksiyi paylaşmak pek de sorun olmadı. Jarun'da bazı gece kulüpleri ve kumsalımsı bölgeler vardı. Yazları çok daha canlı olduğunu tahmin ediyorum. Jarun'a gitmek ve oradaki kulüpleri ziyaret etmek güzeldi ancak taksi bulmak ciddi anlamda  zordu. Giderken birinden bizim için taksi çağırmasını rica ettik ama dönüşte çok zor taksi bulduk. Türkiye'de olsa taksiler böyle bir yerde kuyruğa girerdi, burada duraktan çağırmamıza rağmen gelmiyorlar.

Jarun Gölü

Ertesi gün ise göremediğimiz National Theatre ve Britanski Trg'yi ziyaret etmeyi planladık. Öncelikle şehir merkezine ulaşıp, Ilıca Ulica'yı düz takip ederek Britanski Trg'ye gittik. Burada pazarları antika eşyaların satıldığı bir pazar kuruluyormuş. Ben daha çok Zagreb'e ait eşyalar satın almak istiyordum o yüzden ürünleri incelemekle yetindim.
Britanski Trg'de kurulan pazar

Ilıca Ulica ile ilgili bir özellik ise buranın İstiklal Cadde'sine çok benziyor olması. Binaların yapısı, kalabalık oluşu ve caddenin ortasından tramvay geçmesi tam bir İstiklal Cadde'si havası yaratıyor. Slovenya'daki sakinlikten sonra özlemişim :) 

Ben İstiklal Cadde'sini andırıyorum demiyor mu ama?

Britanski Trg dönüşünde yolumuzun üzerinde bulunan National Theatre ziyaretimizi de tamamlayarak Upper Town'da bizce görülmesi gereken yerleri tamamlamış olduk. Park Maksimir'i de ziyaret edebilirdik ancak tercihimizi Donji Grad adı verilen yeni şehirde bulunan bir Bundek Park'ı ve Göl'ünden yana kullandık. Böylece Sava Nehri'ni ve Yeni Zagreb'i de görmüş olduk. Şehir merkez'inden yürümek oldukça acılı olsa da göl huzur vericiydi. Dönüşte tren istasyonuna ulaşımımız da kolay oldu.

Bundek Göl'ünden

Özetlemek gerekirse, Zagreb zaman iyi kullanıldığı sürece bir günde gezilecek kadar küçük bir şehir. Bense bu gezimizi bir günde gezeceğin yerleri iki güne yay ama daha çok eğlen gezisi olarak yorumluyorum. Ancak Zagreb' Pazar harici günlerde gidilmesi gerek çünkü pek çok yer kapalı oluyor. Türkiye'de olsa tüm restaurantlar açık olur ve daha bile çok alışır ama burada yiyecek yerleri bile kapalıydı. Bir diğer konu ise Zagreb'in para biriminin Kura olması. İşin komik tarafi 1 euro 7.2 kura değerinde. Türk Lira'sından altı sıfır atılmadan önceki durum gibi. Mesela bir top dondurma 7 kura ya da bir yemek 30 kura.  Ljubljana'ya geri döndüğümde Euro'yu ne kadar çok sevdiğimi anladım. Aynı zamanda sanki eve geri dönmüşüm gibi bir his uyandı içimde. Sanırım Ljubljana'ya tahminimden daha çok alıştım. Ne de olsa: "I feel Slovenia."

17 Ekim 2012 Çarşamba

Mutlu Haber: Bisiklet Aldım!

Slovenya'ya geldiğimden beri bisiklet alıp almamak konusunda kararsızdım. Burada bisiklet hırsızlığı oldukça yaygın ve nasılsa belediyenin sağladığı bisikletler var, onları kullanırım diye düşünüyordum en son. En olmadı her yere yürüyerek gidiyorum zaten. Ancak haftada sadece 2 gün dersim olmasına rağmen, bu dersler sabah 08.30'da başlıyor ne yazık ki. Otobüsle gitmeyi düşünüyordum ama gereksiz zaman kaybı oluyor otobüsü beklerken. Hatta geçen gün otobüs gelmeyince alternatif bir otobüse bindim ve kayboldum fakülteye giderken:) Onun üstüne artık bisiklet kullanmaya karar vermiştim. Bugün sabah çok erken olmasına rağmen belediyenin sağladığı bisiklet noktalarında bisiklet göremeyince son derece uyuz oldum. Dönüşte bisikletle dönmeyi hayal ederken, yine bisiklet bulamadım ve işte o an canıma tak etti. Normalde pazarları ikinci el pazarı oluyor ama çok çok erken saatte gitmek gerekiyormuş. Genelde pazarları Ljubljana'da olmadığımız için de bir türlü pazara gidememiştik. Şehirde de ilk defa bisiklet satan bir dükkan bulunca hemen daldım ve bisikletimi aldım. Şu an çok huzurluyum. Heyecanla hemen yazmak istediğimden henüz fotoğrafını çekemedim en kısa zamanda ekleyeceğim. Umarım bisikletim bisiklet hırsızlarının gözüne çarpmaz diye her park edişimde dua ediyorum.

13 Ekim 2012 Cumartesi

Venedik Çıkartması


Ljubljana'nın Venedik'e sadece 2-3 saat mesafede olması, Ljubljana'nın özelliklerini sayarken pas geçmediğim bir yönüydü. Bu sebeple ilk hafta sonu programımı Venedik'e yapmak istiyordum. Çok da iyi güzel ve maceralı oldu. İlk başta aralarındaki mesafe kısa gelse de, maalesef ulaşım imkanları o kadar da gelişmiş değil. Duyduğum kadarıyla önceleri direkt trenler varmış ancak şu anda maalesef böyle bir imkan yok. Öncelikle Trieste'ye, oradan ise Venedik'e geçmek gerekiyor. Yani boşa zaman ve para kaybı. Biz de ne yapsak ne yapsak da ucuza mal etsek diye düşünürken, "carpooling" uygulamasından yararlanalım dedik. Bilmeyenler için carpooling gideceğiniz istikamette yolculuk eden araç sahiplerinin paylaşıldığı ve belirli bir ücret karşılığında onlara yol arkadaşlığı edebildiğiniz bir uygulama. Biz bu uygulamanın Polonya versiyonunu bu site üzerinden kullandık: http://www.carpooling.pl/ Polonya'dan Venedik'e giden bir amca ile anlaştık. Mimar öğrencileri pek bir severlermiş, mimar+öğrenci+erasmus olma kombinasyonlarının hepsini kullanarak uygun bir fiyata amcamızla anlaştık. Başlangıçta yola 3 kişi olarak çıkacaktık. Zaten gezileri büyük gruplar halinde gerçekleştirmek gerçekten sıkıntılı olabiliyor. Ancak gece yarısı öyle bir bohemin ortasında kaldık ki nasıl olduğunu anlamadan sayımız birden 7'ye yükseldi. Böylece, bir Alman, bir Polonyalı, bir Portekiz ve 4 Türk olarak yollara düştük. Tam fıkra misali, o anda olacaklardan habersiz, bu ne bohem kafasındaydım sadece. Derken amcamız olması gerekenden biraz daha erken saatte bizi yurdumuzdan aldı. Arabası biraz eskiydi ve bagajda üstünü örttüğü bazı eşyalar vardı. Bir an acaba organ no1, organ no2 mi olucaz diye geyik içerikli endişeler yaşasak da her şey yolunda gitti. Amcamız sisli yollar sebebiyle ve muhtemelen ücretli yolları kullanmamak için yolu biraz uzatarak bizi 4 saatte sabahın 05.30'unda Venedik'e ulaştırdı. İyi ki de uzun sürdü yol, böylece biraz uyuyabilmiş olduk. Sabahın o saatlerinde ilk hedef olarak San Marco meydanını seçtik ve 2 gün boyunca bitmeyecek yürüyüşlerimize adım atmış olduk. Meydanda güneşin doğuşunu izleriz diye düşünüyorduk ancak o gün Venedik'de güneş pek doğmadı.

 Meydana o kadar erken saatte ulaşmanın avantajları olmadı değil. Misal gondola bindik, şahitlerimiz var. Aynı zamanda bazilikada bulunan kiliseyi saatlerce sıra beklemek zorunda kalmadan ve hiçbir ücret ödemeden ziyaret etme şansı bulduk. Yani, Venedik'e sabahın köründe ulaşılması itinayla tavsiye edilir.

Günün geri kalanını Büyük Kanal'ın etrafında dolanarak ve sokaklardaki ayrıntıları keşfederek geçirdik. Asıl adı Canale Grande olan kanalın 2 km. uzunluğunda olduğunu ve  çevresinde dizilen saraylarda zamanında Patrici'lerin yaşadığını biliyor muydunuz? Bir patrician olarak atalarımı yad etmiş oldum böylece.

Patricianların köşklerinden bazıları

Büyük Kanal'ın etrafındaki gezintimizi tamamladıktan ve Erasmuslara yakışır şekilde ekonomik bir öğle yemeğinin ardından hostelimize doğru yola çıktık. Hostelin fiyatı gayet uygundu ancak otobüsle ulaşım sağlanıyordu. Hostelin adı kamp alanı olarak geçiyordu ama internetteki resimlerde görünen bungalov evler vardı, ancak bizim rezervasyonumuz da 3 kişilikti. Hostele aslında kamp alanımıza vardığımızda da bungalov evlerde yer kalmadığı sadece çadır verebileceklerini söylediler. O koşullarda konfor arayacak değildim ve hayatımda hiçbir zaman da çadırda kalmamıştım. Hiper centilmen Türk erkeklerine kendi bungalov evimizi verip, biz çadırda kaldık.

Çadırda kalmak güzel bir tecrübeydi, tek sorun gece bir böcek tarafından ısırılmamızdı. Başta sinek olduğunu sandık ama bence bizi başka bişey ısırdı. Sonuç olarak hayatta kaldık önemli olan da bu:) Venedik'deki ikinci günümüzde Murano ve Burano adalarına gitmek istiyorduk ancak kalabalık olmanın yol açtığı bir dezavantaj olarak zaman bulamadık. Onun yerine La Biennale di Venezia isimli oldukça geniş kapsamlı bir mimarlık bienaline gittik. İtalya sınırlarına girip sanata dair bir şeyler yapmamak da olmazdı. Bienal iki bölümden oluşuyordu, ben sadece her ülkenin kendine ait pavilyonlarını oluşturduğu kısmı gezebildim. Rusya'nın teknolojiyle sanatı bir araya getirdiği konsepti oldukça hoşuma gitti.

Tablet bilgisayarla ışıklı yerlerdeki etiketler okunarak, mimarileri gözlenebiliyor.

Bienale giderken yolda bir mitingle karşılaştık. Ateşli bir İtalyan politikacıydı ve isminin Umberto olduğunu öğrendik. Bu da gülümseten bir detay oldu :)
Miting alanından görüntüler

Derken, Venedik gezimizin sonuna yaklaştık ve geziyi tamamen zirvede tamamladık. Kalabalık olmanın bu sefer de avantajını kullanarak, Slovenya'da faaliyet gösteren shuttle servisini kullandık. Bizi istediğimiz yerden alıp, istediğimiz yere bıraktılar. Shuttle inanılmaz konforluydu ve Polonyalı amcaya kıyasla çok çok daha hızlı bir şekilde ulaştık. Bu da geziyi son derece güzel anılarla hatırlamamızı sağladı.

Dilerim en kısa zamanda İtalya topraklarına yeniden ayak basabilir ve daha keyifli gezilere imza atabilirim. Sevgiler..


*Bir Erasmus'un Slovenya'da Yapması Gerekenler Listesi

Bu yazı, havaalanından indikten sonra yapılması gerekenler listesini kapsamaktadır. Daha önce havaalanından yurtlara ulaşımı sağlayan shuttlelardan bahsetmiştim. Görevlilere gideceğiniz yerin ismini söylediğinizde sizi direkt kapının önünde bırakıyorlar. 9 Euro gibi bir ücreti var. Aynı zamanda otobüsle tren istasyonuna 4.5 euro gibi bir ücret ödeyerek ulaşabilir, oradan ister yürüyerek ister taksi çağırarak da gideceğiniz yere ulaşabilirsiniz. Benim eşyalarım oldukça fazla olduğu için ben direkt shuttleları kullanmayı tercih ettim ve görevliye Rozna Dolina Yellow Trafika dediğimde tam da gelmem gereken yerde indirdiler.

Daha önceki öğrencilerin tavsiyelerine uyarak Rozna Dolina yurtlarında kalmayı tercih ettim, iyi ki de öyle yapmışım. O yüzden benim tavsiyem de kesinlikle Rozna Dolina yurtlarında kalınması yönünde olur. Slovenya'da çalışma saatleri oldukça kısa. Yurtlar merkezi de 8.00-11.00 ve 12.00-14.00 saatleri arasında çalışıyor. Yurtlarda giriş çıkışın yoğun olması sebebiyle, ben geldiğimde 16.00'ya kadar çalışıyorlardı.   Yetişmesine yetiştim ama iyi yurt olmadığı için o gece hostelde kaldığımdan ilk yazımda bahsetmiştim. İşte kaldığım hostelin adresin geliyor şimdi. Unutmadan, Yurtlar Merkezi Yellow Trafika'dan yurtlar bölgesine girilip sağa dönüldüğünde yolun sonunda görülen beyaz bina. Kime sorsanız da gösterir zaten. Slovenler baya centilmenler, ilk gün herkes eşyalarımı taşırken yardımcı oluyordu:)
Hostel Print: Rožna dolina, cesta IV 

İleride sık sık duyacağınız cesta Slovence'de sokak anlamına geliyor. Sarı Büfe anlamına gelen Yellow Trafika'dan çıkıp, sırtınızı yurtlara verdiğinizde, sağa dönüp 5 dakika kadar yürüyüp Mercator isimli markete kadar yürüyün. Marketi görünce, bir önceki sokaktan sola döndüğünüzde Hostel Print yazısını göreceksiniz. Oldukça temiz ve yurtlar bölgesine yakın olması sebebiyle de avantajlı bir hostel. Daha önceden rezervasyon yaptırırsanız daha uygun fiyatlara kalabilirsiniz. Mesela biz 2 kişilik ranzalı odada kişi başı 13.5 euroya kalırken, bizden birkaç gün önce 2 kişilik odaya 50 euro verenler olmuş. Hostele yerleştikten sonra Mercator'dan alışveriş yapabilirsiniz. Slovenya'da hiç alışamadığım bir durum ne yazık ki her yerin çok erken kapanıyor olması. Mercator da 20.00 gibi kapanıyor. Kahvaltı için bir şeyler almak uygun olabilir.

Ertesi gün sabah en erken saatte yurdunuzu teslim almak üzere yurtlar merkezine gitmenizi öneririm. Biz 9.00 gibi gitmiştik ve aldığımız sıra numarası 44dü. Yurtlardan çıkış yapılan son gün gitmemiz de kötü bir tesadüf oldu çünkü çok saçma bir sıra verme sistemleri var. Çıkış yapanlara her zaman öncelik veriyorlar ve çıkış yapmak için gelenler hiçbir zaman bitmiyor. 2 saat boyunca hiçbir şey için bekledik resmen. Tamam öncelik verilmesini anlıyorum da loop misali bitmiyor çıkış yapacak olanlar. Neyse en sonunda derdimizi anlattık da sırayı ayırdılar. Yoksa akşama kadar sırada beklerdik, en azından öğleden sonra yurdu teslim alabildik. Çok dolu olduğum bir konu Slovenya'da sıra bekleme meselesi ne yazık ki :) Yurt merkezinde çalışanlar pek sevimli ve yardımsever değiller. Yine dediğim gibi mutlaka Rozna Dolina'da kalmalısınız. Rozna Dolina rocks! :) 1, 4 ve 8 numaralı yurtlar yenilenmiş olanlar. Ben 4'de kalmak istediğimi söyledim ve sonradan öğrendim ki Rozna'nın en çılgın ve popüler yurdunda kalıyormuşum. Tam bir parti kızıyım ne de olsa :P Bazı yurtlarda buzdolabı olmuyor, mesela 3 numaralı yurtta olmadığını biliyorum. Seçiminizi yaparken buna dikkat edebilirsiniz. Yurtlarla alakalı son söyleyeceklerim, Rozna'da banyo ve mutfakların bir koridor tarafından kullanılıyor oluşu. Oldukça titiz biriyimdir ancak canımı sıkacak bir durumla henüz karşılaşmadım. Bir diğer büyük yurt bölgesi olan Bezigrad'da sadece 2 oda bir mutfak ve banyoyu paylaşıyor ama zaten kısa süre olan bir Erasmus döneminde bunun için bence Bezigrad'da kalmaya değmez. Herkes Rozna'da kalamadığı için dertleniyor mesela. Hatta benim fakültem olan Ekonomi Fakültesi tam Bezigrad'ın yanında ve haftada 2 gün, sabahın köründe uyanıp gitmem gerekiyor. Bence yine de değer Rozna'da kalmaya. Önceden anlatıldığında abartıyorlardır diyordum ancak değil:)

Rozna Dolina'dan Şehir Merkezine Ulaşım

Şehir merkezi Ljubljana'da hayatın geçtiği yer. Öğrenciler için de yurtlar ve şehir merkezi arasında geçiyor zaman. Biz ilk zamanlarda sürekli şehir merkezine giderken kayboluyorduk, boşa abartmışız sonradan fark ettik :) Yine referans noktamız Yellow Trafika. Sırtımızı Yellow Trafika'ya verip bu sefer sola dönüyoruz. Yol sonunda sağda köşede bir bisiklet noktası göreceksiniz. İşte oradan sağa dönün. Hemen köprüye çıkacaksınız zaten. Köprünün alt kısmından devam ederek dümdüz ilerleyin. Yürüdükçe üzerinde saat olan bir binaya yaklaşıyor olmalısınız. Dümdüz yolun sonunda işlek bir caddeye erişmiş olacaksınız. Sağa dönüp 2 dakikalık yürüyüş mesafesinden sonra artık şehir merkezindesiniz. Ulaşmanız gereken yerin ismi ise Slovenska Cesta ve orada bulunan meşhur meydanın adı da Kongresni Trg. Rektörlük binası da bu meydan üzerinde yer alıyor. Kimlik kartlarınızı bu binadan Uluslararası İlişkiler Ofis'inden teslim alabilirsiniz.

Rektörlük Binası

Ben öğrenci kartımı almaya gittiğimde görevli kartımı bulamamıştı. Yıkılmıştım tabi çünkü bu hiçbir işimi halledemeyeceğim anlamına geliyordu. Derken fakültemdeki oryantasyonu katılmamla birlikte tüm sorunlarım çözüldü. Meğer kimliğim onlardaymış, hatta bedava sim kart bile verdiler. Ben SiMobil kullanıyorum ama İziMobil'in daha ucuz olduğunu biliyorum. 

Yemek Sistemine Kayıt Olunması

Slovenya hattınızı ve öğrenci kimliğinizi aldıktan sonra BON sistemine kayıt olmak için hazırsınız demektir. Geç kalmadan BON sistemine kayıt olmak lazım. Slovenya'da insan maalesef sıra beklemeye alışıyor, ben 3 saat beklemiştim büyük bir sabırla sırada. O yüzden erken saatte gidilmesini tavsiye ederim. Yemek sistemine kayıt için gidilmesi gereken adresin adı Kersnikova 4.


Kendi haritanızdan da rahatlıkla bulabilirsiniz, rektörlük ile aralarındaki mesafe oldukça kısa zaten. Yine de tarif etmek gerekirse, sırtınızı rektörlüğe verip sağa dönün. 2-3 dakika kadar yürüdükten sonra yolun V şeklinde ayrıldığını göreceksiniz. Tam o ayrımın olduğu yerden karşıya geçin. Düz yürüyüp, ilk sokaktan sağa döndüğünüzde yolun sonuna doğru E-Studentski Servis ile karşılaşacaksınız.Bu yazının olduğu binaya girip öncelikle bilgisayardan kayıt olmanız gerekiyor. Kayıt numaranız ile birlikte E-Studentski Servis'in solunda yer alan binaya gidip kayıt olmak için sıraya girmelisiniz. Yanınızda pasaportunuzu da bulundurmanız gerekiyor. Her ay iş günleri dahil olmak üzere 22 adet BON hakkınız bulunuyor. 4 saat aralıklarla BON'unuzu kullanabilirsiniz. 

Urbana Sistemine Kayıt

Slovenya'da en rahat ulaşım aracı yürüyüş ve bisikletler. Ancak uzak mesafeler için otobüs de kullanabilirsiniz. Mesela ben sabahları derslere otobüs kullanarak gidiyorum. Rozna'ya ulaşmak için 14 numaralı otobüse binmek gerekiyor. Bezigrad'a giderken de 3G ve 6 numaralı otobüsleri kullanabilirsiniz. 20 numara da Bezigrad'ın arka tarafından geçiyor. Urbana sistemi de otobüslerde kullanacağınız ve kredi yükleyebileceğiniz kart sisteminden ibaret. Bu kartları isterseniz Trafika adı verilen büfelerden, isterseniz de makinalardan alabilirsiniz. Rozna Dolina'da Sarı Büfenin hemen sağ tarafında bir makina var en yakın olarak. 1 gidiş 1.20 euro ve 75 dakikalık aktarmalar ücretsiz. Rozna'dan Bezigrad'a giderken de önce şehir merkezine oradan da aktarma yaparak Bezigrad'a ulaşmak gerekiyor bu arada. Ben nadiren otobüs kullanacağım için aylık urbana sistemine kayıt olmadım. Ancak isteyenler aylık 19 euro karşılığında  aylık sisteme kayıt olabilirler. Bunun için ulaşım formunun doldurulup fakültede onaylatılması gerekiyor. Bu formda EMSO numarası denen bir bilgi de isteniyor ki bu numara fakülteler tarafından mail atılıyor. Formunuzu onaylattıysanız eğer Kernsikova'ya ulaşmadan önce geldiğiniz, yolun V şeklinde ayrıldığı yerin hemen sağına bakın. Büyük ihtimalle orada da uzun bir kuyruk göreceksiniz. İşte o aylık urbana için bekleyen insanlar maalesef Slovenya'da sıra beklemeye alışmak gerekiyor, pek çok bürokratik işle uğraşılıyor. Urbanalar ay sonunda bitiyor, diğer aylara aktarılmak gibi bir olay söz konusu değil. Eğer ayın 20'sinden sonra ulaşırsanız aylık urbanaya kayıt için yeni ayı beklemenizi öneririm.

Tüm bu işlemlerin sonunda artık tüm bürokratik işlemlerden kurtuldunuz demektir. Avrupa Birliği vatandaşları oturma izni için yeni başvurup sıra beklerken siz rahat edebilirsiniz artık :) Eğer yurtta kalıyorsanız polis merkezine adresinizi bildirmenize gerek yok, ancak özel konaklama ise bildirmelisiniz. D tipi vizenin nasıl bir özelliği var bilmiyorum ama ne mutlu ki burada oturma izni ile uğraşmak zorunda kalmadık.


4 Ekim 2012 Perşembe

Bir haftanın ardından

Bugün Slovenya'da neredeyse 1 haftamı tamamlamak üzereyim. Buraya gelmeden önce de Slovenya'nın küçük olduğunun farkındaydım ama bu kadar küçük olacağını düşünmüyordum. Gerçi bu kadar küçük olması bana çok eğlenceli de gelmiyor değil. İlk izlenimlerimi ve tecrübelerimi aktardıktan sonra şehrin ne kadar küçük olduğuna tekrar tekrar değineceğim.

Geçen perşembe öğleden sonrası itibariyle Ljubljana'ya ayak bastım. Uçaktayken hatta buraya indiğimde bile hala Erasmus'a gidiyor olduğumu algılayamamıştım. Bir yere gidiyordum ama gittiğim yerle alakalı herhangi bir his ya da heyecan yoktu. Yine de keyfim yerindeydi ve tek derdim havaalanında eşyalarımın ne kadar ağır geleceği üzerindeydi.


İşte bu da biricik İstanbul'umuzda çekilen son fotoğrafım ve zaman geçtikte ağırlaşan eşyalarım. Hiç de korktuğum gibi olmadı ve el bagajımın ağırlığına bile bakmadılar. Boşu boşuna elime bir sürü yük etmiş oldum. Derken yolculuk başladı ve 2 saatin sonunda Slovenya gözüktü. :) Gerçekten yeşilliklerle dolu bir yer ve küçük, tatlı evler var, bir elin parmağını geçmeyecek kadarsa yüksek katlı bina var. Havalanından inince shuttlelara bineceğimi duymuştum. Hani ben de bekliyorum ki biraz olsun otobüs gibi bişey. Uçakta da Slovenyalı biriyle konuşmuştum işte bazen shuttleların dolmasını bekleyebiliyoruz falan demişti. Meğer bu shuttlelar Kadıköy-Bostancı arasında gidip gelen dolmuşlar kadarmış. Hemen de nasıl eziyorum :) Daha önce Erasmus'a giden öğrenciler mutlaka Rozna Dolina yurtlarında kalınması gerektiğini, ortamın süper olduğunu söyleyip duruyorlardı. Ben de konfora değil, eğlencesine bakayım düşüncesiyle Rozna Dolina'da kalmayı planlıyordum. Şoföre yurtlara gideceğimi söyleyince hemen kapıda indirdi zaten. Yurtların 15.00'de kapanacağını söylemişlerdi, ben de yetiştiğim için mutluydum ancak istediğim yurtta yer yokmuş. Eğer ertesi gün gelirsem çok daha iyi yerler verebileceklerini söylediler, ben de hostel rezervasyonuma güvenerek ertesi gün yurda yerleşmeyi kabul ettim. Benimle sırada bekleyen Polonyalı birisi daha vardı, o da yerleşememişti ve kalacak yeri yoktu. İsterse benimle gelebileceğini söyledim ve birlikte hostele doğru yola çıktık. Hostelimiz de yine daha önce Erasmus'a giden arkadaşların tavsiyesiyle Rozna Dolina'ya çok yakın olan Hostel Print oldu. Eşyaları taşımak tam bir felaket olsa da, iki kişilik bir odaya yerleştik. Hani bir genelleme var ya ilk tanıştığın insanlarla büyük ihtimal sonra da samimi olursun diye. O akşam başka İspanyollarla ve bir de Portekizli ile karşılaşmıştık hostelde. Topluca bulunduğumuz o anda bu genelleme aklıma geldi ve şimdi de öyle olacağını hissediyorum hala, tabi görücez.


Burası da Ljubljana'nın göz bebeği denebilecek Ljublanica nehri. Fotoğraf ne yazık ki pek net değil ama mutlaka orada bir fotoğraf daha çekileceğim. Bu bölge şehir merkezi olarak anılıyor ve genellikle burada zaman geçiriliyor.  Şehrin bir diğer sembolü ise Ljubljana Kalesi. Fotoğraf makinamın azizliğine uğradığım için kalenin fotoğrafını paylaşamıyorum, ancak gitmeye değer. İlk başlarda Ljublja'nın şehir merkezinden ibaret olduğunu düşünüyorduk ama  biraz zaman geçirdikçe yine de o kadar küçük değilmiş diye düşünmeye başladık. Ancak turistik amaçlı gelinse geçerken uğramak bile şehri tanımak için yeterli. Şehir gerçekten öğrenci kenti ve yerel öğrenciler hafta sonlarında evlerine gidiyorlar. İşte o zaman şehir çok daha tenhalaşıyor. Evlerine giden öğrenciler ise Ljubljana'daki araçlardan, gürültüden şikayetçi. Bazen yol tarifi sorduğumda trafik olmazsa 10 dakikada gidersin gibi yanıtlar bile alıyorum. Ljubljana'da trafik nasıl olabilir ki? Hiç mantıklı gelmiyor :) Hatta Slovenya'da bence araç kazası bile olmuyordur. Benim maşallah dediğim 1 gün bile zor yaşar, bunu düşündükçe Ljubljna'da trafik kazasına karışmaktan çok korksam da zor bir ihtimal bence çünkü sokaklar ve yollar gerçekten tenha. Bunun dışında çok da oturmuş bir sistemleri var. İstanbul'daki kaostan sonra tüm bunlar sanki bir kutu oyununa  hapsolmuşum da görevi tamamlayınca puan kazanacakmışım gibi bir his yaratıyor. Karanlıkta kimsenin olmadığı sokaklarda yürürken bile en ufak korku duygusu gelmiyor insanın aklına.  Zaten buraya gelen turistler Ljubljana'yı güzel ve güvenli olarak tanımlıyorlarmış. Bu genellemeye de katılıyorum yine. Hatta o kadar güvenli hissediyorum ki Ljubljana'daki köpeklerden bile korkmuyorum :) 

Tamamıyla bir Erasmus'a yakışacak şekilde yaşamaya çalışıyorum. Lüks ve konfor arama, hostele ve yemeğe fazla para harcama, hatta alışveriş yapma gibi gibi. Beni tanıyanlar şok olabilir ama gerçekten de çok düzensiz yemek yiyorum ve şekerime tansiyonuma sahip çıkıyorum büyük ölçüde :) Buraya gelirken en büyük endişelerimden birisi ben ne yiyip ne içicem üzerinedeydi. Sürekli kuru gıdalar yemek istemiyordum, sebze, salata, meyve falan istiyordum tavşanlara yakışır şekilde :) İlk gün hostelimize yakın markete gidince ise içim rahatladı gerçekten. Sebzeler gayet uygun fiyatlıydı ve istediğim her şey vardı. Globalleşme böyle bişey işte, Slovenya'ya kadar uzanıyor. Ancak hiç yemek pişirmeye falan gerek kalmayacak gibi, öğrencileri sundukları yemek indirimleri gerçekten çok başarılı. 3-4 euro'ya çok iyi yemekler yiyebiliyoruz. Yurt bölgesinde de daha uygun fiyatlara yemek yiyebileceğimiz yerler var, içim çok rahat gerçekten benim için önemli bir sorundu. 

Biraz da Slovenyalılara değinecek olursak, heralde büyük sosyal fobileri var zira içmeden açılamıyorlar. Geceleri çılgınlar gibi partiler yapıyorlar ve insanlarla konuşmak istiyorlar ancak gündüzleri siz konuşmadığınız sürece konuşmuyorlar. Ben onları soğuk buldum açıkçası. Hatta pek sıcakkanlı İspanyollar şöyle bir hikayeden bahsetti geçenlerde. Kuzey'de yaşayanlar genelde çalışkan olup, pek arkadaş canlısı olmazlarmış. Akdeniz ülkelerindekiler ise arkadaş canlısı olup, çalışkan olmazlarmış. Slovenler ise arada kalıp ne arkadaş canlısı olmuşlar, ne de çalışkan. Evet sanırım ben bu genellemeye de katılıyorum. Soğuk olmalarının dışında bir çoğu gayet iyi İngilizce biliyor. Ancak bence çok önemli bir sorun daha var. 700'den fazla uluslararası öğrencileri olmasına rağmen her şey Slovence. Yurtlardaki duyurular, uluslararası ilişkiler ofisindeki yazılar, her şey. Pek de anlam veremediğim bir durum.

Özetlemek gerekirse, 1 haftanın ardından şehre alıştım ve büyük ölçüde huzurluyum. Umarım hep de böyle devam eder. Buradaki tecrübelerimi de en sistematik şekilde aktarmayı planlıyordum ancak hikayeyle bilgilendirici yazıların birlikte iyi olmayacağını düşündüm. Onları da en kısa zamanda tamamlayıp, gelecek nesillere olan görevimi yerine getireceğim :)