6 Kasım 2012 Salı

Spontane Hareketler: Salzburg-Regensburg-Münich

Geçtiğimiz günlerde optimal ders programım ve 01 Kasım'da All Saint's Day kutlamaları sebebiyle 10 günlük bir tatilim vardı. Bu kadar uzun tatil olması iyi hoş ama bu tatili nasıl en iyi değerlendiririm stresine girdim maalesef. 10 gün İtalya'ya gitmek için çok uygun bir zamandı ancak hem eğleneyim hem de gezeyim istiyordum ve gezi grubumuz İtalya'ya pek de ilgi duymuyordu. Balkanlar'a mı gitsek, oraya mı gitsek buraya mı gitsek diye kara kara düşünürken, spontane hareket etmeye karar verdik. Prevoz'daki seçenekleri değerledirelim dedik. Böylece gece yarısı kendimizi Salzburg ve Münih'e doğru hazırlanırken bulduk. Planımız  Salzburg'a Prevoz ile ulaşıp, şehri günübirlik gezmek, ardından Regensburg ve Münih'e ulaşmaktı.

Öğle saatlerinde Salzburg'daydık. Salzburg'da gezilip görülecek çok fazla şey olduğu söylenemez, hatta tipik bir Avrupa şehri, hatta bir kasaba havasında. Şehrin ortasından geçen nehir, katedral, pazar. Yine İstiklal Cadde'si gibi bir caddede pek çok marka zinciri var ancak cadde eski zamanlara aitmiş gibi. Yağmurlu bir günde orada bulunduğumuz için de hiç görmediğimiz kadar şemsiyeyi bir arada gördük heralde.

Getreidegasse, Mozart'ın doğduğu evin bulunduğu sokak

Salzburg aynı zamanda Mozart'ın doğup büyüdüğü şehir. Bu sebeple her yerde Mozart müzeleri, heykelleri, çikolataları var. Mozart'ı çıkarınca geriye ne kalır bilmiyorum.

Mozart Heykeli

Şehirde yaptığımız gezintilerin dışında, Salzburg'u bir de panaromik görebilmek için kaleye çıktık. Kale yolunda güzel manzaralarla karşılaştık. Kaleye giriş ise ücretliydi. Tabii ki girmedik, bulunduğumuz yerde de görüntü açısından değişen  bir şey yoktu.

Hohensalzburg Kalesi

Kaleden şehrin panaromik görüntüsü

Salzburg'a gelmişken geleneksel şinitzellerini tadalım dedik. Gittiğimiz her yerde oraya ait bir şeyler tatmaya çalışıyoruz ancak hep hüsranla sonlanıyor. Nehrin karşı kıyısına geçerek yemek yeri aramaya başladık. Derken kendimizi bir Japon restaurantında bulduk ve geleneksel Japon şinitzelini de tatmış olduk. Ne mutlu bize!

Salzburg için bir gün yeterliydi, konaklamak için Regensburg'da Erasmus öğrencisi olan arkadaşımızın yurduna geçtik ve yılın ilk karıyla karşılaştık. Regensburg'u ziyaret etmiş sayılmam çünkü sadece gece yarısı soğuktan donarken şehrin merkezinde dolanıp, bir yerlerde oturduk. Sabah da trenle Münih'e doğru yola çıktık. Almanya'da biletler konusunda hem ilginç gelen hem de hoşuma giden bir sistem var. Bilindiği gibi Almanya 16 eyalete ayrılmış durumda ve Münih de Bayern eyaletinin başkenti konumunda. Bayern içinde geçerli olan bir tren sistemleri var. Gidiş dönüş ve 5 kişilik gruplar halinde bilet alındığında tren biletleri çok ucuza geliyor. Bu sebeple insanlar bilet makinalarının önünde insanlarla grup olmaya çalışıyorlar sürekli. Hatta bazıları tek yön seyahat edeceği için biletlerini birilerine satmaya çalışıyor. Bu şekilde biletler iyice ucuza geliyor. Tabii ki biz de biletimizi sattık ve Regensburg-Münih arası 4 euro gibi bir rakama geldi. Almanların rasyonel insanlar olduğunu düşünüyordum zaten ama içten içe buraya gelen Türklerin de bu sistemin gelişmesinde katkısı olduğunu düşünüp, kendi kendime eğlendim. Çok Türk iş bir yöntem gibi geldi, ancak çok karlı. 

2-2.5 saatlik bir yolculuğun ardından öğle saatlerinde Münih'e ulaştık. İlk iş her zamanki gibi turist bilgi merkezine uğramak oldu. Gezimize spontane çıktığımız için Münih'e dair sistematik planlar yapamamıştık. Haritamızı ve 5 dakikada Münih avucunuzun içinde konseptli bilgilendirici materyaller sonrasında gideceğimiz yerleri az çok kestirdik. Tren istasyonu çıkışında kendimizi direkt Marienplatz adı verilen şehrin merkezine attık. 1 ay sonra ilk kez büyük bir şehire geliyordum ve özlediğimi fark ettim. Hava yine çok soğuk ve karlıydı. O yüzden ilk gün pek fotoğraf çekmedim. Daha sonraki zamanlarda güneş açmaya başladı ve benim de keyfim yerine geldi. İşte güneşin açtığı ender zamanlardan birinde Marienplatz'dan bir fotoğraf.

Marienplatz'daki siyah nokta 

Bu fotoğrafta siyah bir nokta gibi göründüğümün farkındayım, çetin geçen hava koşulları nedeniyle gördüğüm ilk bereyi aldım ve bu hale geldim. Bir ara belki İskandinavyan ülkelerini de ziyaret ederim diye düşünüyordum ancak bu gezi sayesinde anladım ki ben oralara ancak yazın giderim. Kış yaklaşıyor ve korkuyorum. 

Münih'deki ilk günümüzü şehrin merkezinde ve Pinakothek müzesinde geçirdik. Arkadaşlarım mimar olduğu için gittikleri yerlerde sanata dair bir yerleri ziyaret etmek istiyorlar. O soğukta içeride bir yerlerde bulunmak benim de işime geldi açıkçası. Az da olsa benim de belli bir sanat geçmişim var ne de olsa. Bu arada Pinakother müzesine Pazar günleri giriş sadece 1 Euro, güzel bir uygulama. Sanata dair olan görevimizi tamamladıktan sonra yeniden şehir merkezine geldik ve şehri keşfetmeye devam ettik. Almanca hiç hoşuma gitmeyen bir dil olduğu için sokak isimlerine hiç odaklanamadım. Pazar akşamı olduğu için katedralde seromoni vardı. Bu seromoniye katıldık, bu da benim için değişik bir tecrübe oldu.

Münih'de konaklamamız için çeşitli çılgınlıklar yapalım dedik. Kayıtlara geçmesini istemediğim için buradan bahsetmeyeceğim ama ipucu CS olsun. Konaklamamızla alakalı işleri de hallettikten sonra akşamın geri kalanını sıcak odamızda geçirdik ve ertesi güne dair planlar yaptık. 

Ertesi gün ilk iş şehrin dışında bulunan Allianz Arena ile BMW Welt Museum'u ziyaret etmek oldu. Hangi metroyu kullandığımız hala aklımda. U6 metro hattını kullanıp, Fröttmaning durağında inilerek Allianz Arena'ya ulaşılabilir. Arena'da içeri giriş yine ücretli olduğu için biz girmedik. Stadın çevresinde dolanırken iç kısımlarını görmek mümkün oluyordu zaten. Bir gün Barcelona'ya gidersem, Nou Camp'a girmek isterim ama burası olmasa da olur. 

Allianz Arena

Allianz Arena'dan sonra BMW Welt Museum'a yine aynı metro yolunu kullanarak ulaştık. BMW'in hem showroom olarak kullanılan bir bölümü var, hem de müzesi. Müzeye girmedik ancak showroom'u ziyaret etmek bile tatmin ediciydi. İçeride motorlarla çeşitli şovlar yapılıyordu. Unutmadan, BMW'yi bi-em-dabulü olarak okuduk, rahat ettik. Türkçe'deki gibi acaba be-me-ve mi be-em-ve mi kargaşası olmadı :)

BMW Müze'sinin uzaktan görüntüsü

Showroom'un içinden bir görüntü

Daha sonra, yeniden şehir merkezine döndük Olympia Park da şehir dışında ve yolumuzun üstündeydi ama ilgimizi çekmediği için biz ziyaret etmemeyi tercih ettik.. Görülmesi gereken pek çok yer birbirine yakın olduğu için artık rahattık. Yine geleneksel Bavaryan yemeklerinden tadalım istedik ve kendimizi geleneksel Amerikan fast food zinciri Mc Donals'da bulduk. Resmen Mc Donals'da 4 öğün yedik toplamda. Isınmak, internete bağlanmak ve dinlenmek için güzel bir yerdi, ne yapalım. Neyse ertesi gün yine geleneksel yemek yeri ararken bu sefer de Tayvan yemekleri yapan, ama kostümlerle, restaurantın dekoruyla tam anlamıyla geleneksel olan bir yere giderek geleneksel Thai usulü tavuk yedik de huzur bulduk. Ancak hikayemiz böyle son bulmadı. Akşam Alman arkadaşımız bizi Bavaryan yemeklerinin yendiği, Alman müziklerinin çaldığı Hofbrauhaus'a götürdü. Kendimi tam anlamıyla Almanya'da gibi hissettim, görülmeye değer.

Hofbrauhaus'dan -Alıntıdır-

Münih'de geçirdiğimiz iki gece iki günün ardından spontane gezimizin sonuna geldik ve karayolu ile Münih'den Ljubljana'ya döndük, yine Prevoz'u kullandık ve bir sonraki gezimiz için hız kesmeden çalışmalara başladık. En kısa zamanda yeni gezi hikayeleriyle görüşmek üzere. 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder