7 Kasım 2012 Çarşamba

Saraybosna: Biz Burada Ne Yapıyoruz?

Münih gezisinden sonra Ljubljana'ya 19.00 civarında ulaştık. Ljubljana'yı yine çok özlemiştik ancak kalan tatil günlerini yine illa ki bir gezide geçirecektik. Zaten geçen ay yemek kuponlarımız yetmedi, öğrenci menüleri yiyemiyorduk :( Burada yazar kendisi ve Polonyalı arkadaşı Hanna'dan bahsediyor. Kendisi blogumda onu "Polish Girl" olarak çağırabileceğimi söyledi. Çılgın İspanyol arkadaşım Belen'i ise "Crazy Crazy Crazy" olarak çağırabilirim. Bunları dost sohbetlerimizde bol bol konuşuruz, ben şimdi Saraybosna gezisine geleyim.

Akşam tren istasyonuna perişan bir halde vardıktan sonra hemen yeni planlarımızı yapmaya koyulduk. Gezi grubumuzda bulunan diğer arkadaşlarımız staj için Erasmus'da olduklarından dolayı biz öğrenciler kadar rahat değildiler, Balkanlar'a gitmek için de onları beklemiştik yine Polonyalı arkadaşım ile. Aslında ilk başta Prevoz ile Split'e ulaşıp, Split-Dubrovnik-Saraybosna-Belgrad-Ljubljana ile mükemmel bir daire çizmeyi planlamıştık. Araba kiralayarak tüm Balkanlar'ı fethedebilirdik, ama araba kiralamak biraz da sorumluluk istiyor. Son ana kadar yine program da belli olmadığından trenle gidelim dedik. 5 kişilik grup biletlerinin fiyatı da fena değildi. Böylece Münih'den ayağımızın tozuyla gelip ertesi gün gideceğimiz gezinin planlarını netleştirdik ve hazırlıklara başladık. Planımız çarşamba gece treniyle Saraybosna'ya gidip, pazar sabahı tekrar trenle dönmekti. Sonradan cumartesi gece trenine binmeye karar verdik, yani Bosna'da geçireceğimiz 2 gece 3 günümüz vardı. Bu sefer gidilecek yerlerin araştırmasını da yaptık tabii.

Bursa Belediyesinin bankı 

Sabah saatlerinde Saraybosna'ya ulaştık ve tren istasyonundan çıktıktan sonra hepimizde "Biz burada ne yapıyoruz?" duygusu oluştuğuna eminim. Gruptan bazıları İsviçre'ye gitmek istiyordu, özellikle onlarda bu duygu tavan yapmış olabilir. Kaldığımız hostel, "Hostel Traveller's Home", şehir merkezindeydi ve tren istasyonunun önünden geçen 1 numaralı tramvaya binerek, merkeze ulaştık. Aslında 20 dakikalık yürüme mesafesinde ama sabahın 7'sinde eşyalarla yürümeye üşendik. Ardından hostelimize yerleştik, bence başarılı bir hostel tercihiydi. Oldukça temiz ve ev havasında bir hosteldi, kahvaltının da dahil olması mutlu etti. Sonra yine 5 dakikada Saraybosna avucunuzun içinde kitapçıklarını ve haritaları ele alarak gideceğimiz yerleri işaretlemeye başladık. Gitmeden okuduklarım da Saraybosna'da görülecek çok yer olmadığı yönündeydi. Benim ilk izlenimimse Anadolu'da bir şehir hatta ilçe gibi olmasıydı. Saraybosna'ya Türkiye'nin de desteği olduğu için Türkiye'ye dair pek çok ayrıntıya rastladık. Pek çok kez Türk bayrağı, Bursa Belediyesinin yardımlarıyla yapılan bir mescid önünde Bursa Belediyesi bankı, Türk dükkanları gülümseten ayrıntılar oldu.

Biz gezimize Başçarşı'ya giderek başladık. Baş Çarşı isminden de anlaşılacağı gibi çarşının merkezi tadında, bir Osmanlı çarşısı. Burada sembol haline gelmiş bir sebil de bulunuyor. Önünde toplanan güvercinlerle aşina olduğumuz bir manzara. Polonyalı arkadaşım buranın Küçük İstanbul olarak anıldığını söylemişti, belki Eminönü'ye benziyor olabilir.

 Baş Çarşı'da bulunan bakkal ve Çaykur 

Başçarşı ve Türk Sebili

Başçarşı'dan ayrıldıktan sonra 1. Dünya Savaş'ının başlamasına sebep olan Prens Ferdinand'ın öldürüldüğü Latin Köprü'süne gittik. Yıllarca ilkokulda savaşın başlamasının görünen sebebi diye az ezberlemedik. Köprünün fotoğrafını internetten aldığımı söylemeliyim, çünkü sadece içinde bizim olduğumuz fotoğraflar varmış bende. 

Latin Köprüsü

Başçarşı ve Latin Köprüsünü gördükten sonra görülecek esas yerler bitmişti bile. Biz de kilise, sinagog, eski tapınak, cami, müze hepsini haritada işaretletip, o yerleri bulmaca oynadık. Bu sırada Bosna kahvesi içelim dedik, seçtiğimiz yerde de sadece espresso varmış. Ne tesadüf, yine geleneksel bir şeyler yeme içme eğleminde geleneksel Amerikan kahvesi içmiş olduk. Yine de hakkımızı yemeyeyim, sabah geleneksel Bosna böreği yemiştik ve akşam da eski bir Galatasaraylı futbolcunun, futbolu bıraktıktan sonra açtığı geleneksel yemek yerine gittik. İnegöl köftesine benzeyen cevabcici adında köfteleri çok meşhur.  Benim Galatasaray'ın yemek yerine gitmemse ironik. Geleneksel yiyecekler içecekler şikayet ederken ertesi günlerde içimiz dışımız geleneksel köfte haline geldi ve itiraf etmeliyim ki en iyi cevabcici'yi Galatasaraylı futbolcunun yerinde yedik. 

Cevabcici ve geleneksel sunumu


Sonrasında Saraybosna'yı bir de panaromik görelim istedik ve kaleye tırmanmaya başladık. Başkent olmasına rağmen şehirde yüksek katlı bina çok az, insan başkent olduğuna inanamıyor. 
Saraybosna'yı panoramik gördükten sonra çılgın Saraybosna hayatını görelim istedik çünkü kaldığımız hostelin sahibi Saraybosna'nın çok iyi bir gece hayatı olduğunu hatta cumartesi akşamları dört bir yandan insanların Saraybosna'ya geldiğinden bahsetmişti. Öyle olacağından emindik zaten. Geleneksel Balkan müzikleri çalan bir yere gidip görmek istedik. Yine çok başarılı bir seçim yapmışız, yaş ortalamasının 55 olduğu bir yere gitmişiz. En azından müzik gelenekseldi.

Saraybosna'nın panoramik görüntüsü

Saraybosna'da görülecek son yer olarak "Umut Tüneli" kalmıştı, biz ertesi günü Mostar ve ileri şehirlere ayırıp, Umut Tünel'ini son güne bıraktık. Mostar'a Saraybosna'dan trenle ya da otobüsle ulaşılabiliyor, her ikisi de 2.5 saat sürüyor. Biletimiz Slovenya tren yollarına ait olduğu için sabah 7 ve akşam 6 gibi bir saatte ulaşım yapabiliyorduk. Eğer Bosna trenlerini kullanırsak, onlar saat başı varmış. Biz daha geç bir saatte otobüsle gitmeyi tercih ettik ama otobüs yerine trenle gidilmesini tavsiye ederim, pek rahat değildi. Mostar Bosna-Hersek'in ikinci büyük şehri olmasına rağmen çok çok küçüktü. Mostar'da görülecek yerler başta Mostar Köprüsü olmak üzere, Osmanlı zamanlarından kalma Türk Evi, tarihi çarşı, müzeler. Biz tren istasyonundan köprüye ulaşırken pek çok yerin önünden geçtik, zaten şehir çok küçük. Mostar Köprüsünün manzarası ise görülmeye değer. 

Mostar Köprüsü

Mostar Köprüsünden nehrin görüntüsü

Mostar Köprüsü 16. yüzyılda Mimar Sinan'ın öğrencisi tarafından inşa edilmiş. 1993 yılında ise Sırpların saldırısı sonucunda köprü yıkılmış. 2004 yılında Türkiye'nin de yardımlarıyla aynı malzemeler kullanılarak köprü yeniden inşa edilmiş. Şimdi Bosnalı gençler cesaretlerini göstermek için 24 metre yükseliğindeki köprüden atlıyorlarmış. 

Mostar'dan sonra Blagaj ve Dabrica'ya giderek Hırvatistan sınırına doğru yaklaştık. Buraya ulaşımımızı ise araba kiralayarak sağladık ve Dubrovnik 150 km yazılarını gördükçe içim cız etti çünkü bu yolculuğa araba kiralayarak çıkmalıydık. Optimal bir karar veremediğimiz için üzülsem de bir başka zaman da Zadar-Split-Dubrovnik turu yaparız diye teselli bulmaya çalıştık. Mostar'dan sonra gittiğimiz yerler şehir değil de daha çok doğal güzellikler kıvamındaydı. 

Ertesi gün sabah hostelden taksi ile Umut Tüneline gittik. Umut Tüneli şehrin çok dışında olduğu için toplu taşıma ulaşım oldukça zormuş. Zaten Saraybosna'da hayat çok ucuz. Para birimleri ise Konvertible Mark. Zamanında 1,958.. gibi bir kura sabitlenmiş. Kalabalık olarak taksiye binince adam başı 3-4 Euro gibi bir rakama denk geldi. Umut Tüneli savaş yıllarında, Bosnalıları adeta hayata bağlayan, tüm hastaların  ve yaralıların barındığı bir tünel olarak kullanılmış. Dünya ile bağlantısı kesilen Bosna bu tünel sayesinde yeniden diğer müslüman bölgesi ile bağlantı kurabilmiş. Tünel diyince insanın aklında daha farklı şeyler canlanıyor ancak 200 kadar askerin çabalarıyla ilkel yöntemlerle inşa edildiği için kısa bir tünel. Buradan 1 milyondan fazla geçiş yapıldığı, yiyecek içecek ve malzeme taşındığı tahmin ediliyormuş. 

Umut Tüneli

Saraybosna insanın hayatında bir defa da olsa görmesi gereken bir yer. Zaten  hayatımızda ilk ve son defa geyikleri ile ayrıldık. Hiç farkında olmadığımız, apayrı bir dünya. Saraybosna ile ilgili yayını hazırlarken bir şeyi daha fark ettim. Nerede olduğun değil, kimlerle olduğun önemli. Evet benim annem filozof o yüzden bazen ben de incelikli ve derinlikli cümleler kurabiliyorum. Saraybosna'da görülmeye değer ne kadar az yer olursa olsun, grubumuz sayesinde çok keyifli zaman geçirdik. Münih-Salzburg gezisi de elbette güzel ve benim için farklı bir geziydi ancak bu yayını yazarken kesinlikle Saraybosna'da daha iyi zaman geçirdiğimi düşündüm.

Bu geziyle birlikte bir süre gezilere ara vereceğiz sanırım. Yarın Türkiye'ye geliyorum kısa süreliğine, bir bakarsınız Türkiye'de ne yaptım diye de bir yayın hazırlarmışım. Türkiye'de sadece çay içip, sütlaç yemek istiyorum. Gitmeden canımın patlıcan çekeceğini biliyordum, bir de patlıcan yemeği yiyeceğim. İnsanın canı patlıcan çeker mi, benimki çeker işte:) Konuyu dağıttım, her nerede yaşanıyor ve yaşatılıyorsa, iyi eyyorlamalar. 

2 yorum: