12 Eylül 2012 Çarşamba

Slovenya'nın Adı Neden Değiştirilsin?

Bir sendrom olarak Erasmus diyince herkesin aklına post-erasmus sendromu gelecektir muhtemelen. Ancak ben pre-erasmus sendromunu sonuna kadar yaşamış biriyim. Öncesinde “yok yaa, ben gitmek istemiyorum” triplerim. Ardından içimde uyanan acaba gitsem mi yaa duyguları ve bunu önceden yaptığım onca trip yüzünden kimselere pek çaktırmamam ama yine de dayanamayıp  son başvuru gününde motivasyon mektubumu bile hazırlamam. İşte benim erasmus hikayem böyle başladı. Eğer ilk başvuru tarihlerini kaçırmasam çoktan Erasmus’a gitmiş gelmiş, şimdilerde ise post-erasmus olarak dolanıyor olurdum. Aslında o zamanlarda o kadar da emin değildim Erasmus’a gitmek isteyip istemediğimden belki de sendromlarımın esas sebebi buydu.

Peki ben ne yaşadım pre-erasmusken? İlk başvurularda göz göre göre başvurmayıp, ikinci başvurularda gitmeye karar verdim. Bu sırada başka bir arkadaşım sevgili T.T. ile önce Hollanda’nın Maastrict şehrine gidiyorduk. (özel hayata saygı açısından arkadaşımdan T.T. olarak bahsedeceğim) İkinci başvurularda başvurduğumuz içinse alanımızla hiç alakalı olmayan biyoloji fakültesine yerleşmiştik. Orada kendimize şirin bir ev ve bisiklet kıralıyorduk. Her yere bisikletimizle gidiyor ve Maastricht’in konumundan yararlanarak bol bol gezme şansı ediniyorduk. Ancak çok ayrıntılı düşünen ve optimalliğe kasan insanlar olduğumuz için orada alacağımız dersler kafamıza takılıyordu. Uzun mail trafiklerinin ardından ben bir şekilde ekonomi fakültesinden ders alabilecek konuma gelmiştim. Tabi bu sırada Türkiye ile Hollanda arasında bazı diplomatik krizler de çıkmadı değil, yine iyi atlattık ülke olarak. Bir gün tam Maastricht’de ev kiraları ile alakalı bilgiler araştırırken, sevgili T.T.’nin hala biyoloji fakültesinde kalması sebebiyle oluşan derslerle alakalı problemler sebebiyle birden İspanya’ya gitmeye karar verdik. Bu sefer rotamız Valencia’ydı. İyi hoş İspanyolca da öğreniriz muhabbetleri dönerken bizim yine keyfimiz gelmedi heralde ki vazgeçtik. Tabi şimdi anlatması kolay ama tüm bu kararsızlıklar 4-5 ay sürdü desem abartmış olmam. Derken oh rahatladım tüm kararsızlıklarım bitti, gitmicem kurtuldum modunda dolanmaya başladım. Yine de aklımızda her zaman acaba gitsek miydi sorusu dönüyordu ama artık düşünmekten yorulmuştuk, pek konuşmaz olmuştuk. Derken yazının devamında kendisinden G.T. olarak bahsedeceğim arkadaşımın Erasmus’a gitmesi bizi yeniden harekete geçirdi. Bu sefer de T.T. ile birlikte Barcelona’ya gitme fikri üzerinde düşünmeye başladık. He tabi önceki süreçte ben aslında İtalya’ya gitmek istiyordum ama orada dil problemleri yaşayacağım için gidemiyordum. Neyse bari İspanya olsun dedik. Elimizi sallasak ellisi ki zaten puanımız falan da yüksek kesin İspanya’ya yerleşiriz modundaydık.

 Derken Slovenya’nın Erasmus için ne kadar uygun olduğuyla alakalı muhabbetler dönmeye başladı. Benim ilk tepkim “Slovenya ne yaa” şeklinde oldu iç ses şeklinde bir tepkiydi tabii. Ne zaman böyle bişey desek başımıza gelir ya işte benim de öyle oldu. T.T. ile Slovenya’ya Ljubljana’ya gideriz bisikletimiz olur, evimiz olur, huzurlu huzurlu takılırız zaten biz o kadar da parti insanı değiliz diye hayaller kurarken, kader cilvesini yaptı ve ben ikinci tercihim olan Ljubljana’ya yerleştirildim. Aslında ilk tercihimize bile yazmak istemiştik  T.T. ile birlikte ama Slovenya’nın isminin o kadar da duyulmamış olması ve marka değeri ve bu durumu ailemle paylaşacak olmak bazı sıkıntılar yaratıyordu. Bir tarafta Barcelona’dan bahsederken diğer tarafta Slovenya’dan bahsediyorduk. Bir şehirle bir ülkeyi kıyaslıyorduk ki farkı siz tahmin edin artık. Bu noktada “Slovenya’nın adı değiştirilsin” mottosu çıktı. Eğer Slovenya’nın adı değiştirilseydi, değiştirilmek değil de daha yüksek bir marka değeri olsaydı aslında sahip olduğu özelliklerle Slovenya Erasmus için pek uygundu.



Erasmus’a giden bir öğrencinin beklentilerinin, Avrupa’da birçok yer gezmek, para sıkıntısı çekmemek ve dersleri kolay bir şekilde geçmek olduğunu varsayarsak, Slovenya bu üç durumu da karşılıyordu. Slovenya’mızın batısında İtalya, güney ve doğusunda Hırvatistan, kuzey doğusunda Macaristan ve kuzeyinde Avusturya bulunmaktaydı. Slovenya içinde ulaşım o kadar gelişmiş olmasa da yakın mesafade bulunan diğer ülkelere ulaştıktan sonra her yere kolaylıkla gidilebilirdi. Öncesinde İtalya’da Erasmus’a gitmek gibi bir isteğim olduğunu da göz önünde bulundurursak, benim için hiç yoktan iyiydi çünkü Venedik sadece 2-3 saat uzaklıktaydı. Böylece ulaşım konusunda da pek sıkıntı çekmezdim.

İkincisi, Slovenya’da devlet öğrencilere yemek ve yurtlar konusunda kolaylık sağlıyordu. Belli ve çok sayıda restaurantta geçerli olan bu girişim sayesinde 3-4 kap yemeklere 7-8 euro vermek yerine 2-3 euro veriliyordu. Aynı zamanda yurtlar için de 70-80 euro civarında bir ücret ödemek yeterliydi. Örneğin Barcelona’da yaklaşık 430 euro hibe verilirken bu miktar Slovenya’da 400 euro ki sadece Slovenya’da kalındığında öğrenciler hibelerinin bitmediğinden bile bahsediyorlar.

Bir diğer avantajı da dersler konusunda sağlanan rahatlıktı. Erasmus’a giden bir öğrencinin akademik kaygıları olmadığını düşünürsek – en azından benim için bu böyle-, hem kendi okulumda saydırabileceğim dersler alabiliyordum hem de bu derslerin eğitim dili Slovence olduğu için dersleri uzaktan takip edebilecektim. Bu da daha çok boş zaman ve daha rahat bir dönem anlamına geliyordu.

Tüm bunlar ışığında ben de artık yetti bu kadar kararsızlıklar diyerek Slovenya’da Erasmus fikrinin arkasında durdum. Tabi bunlar hep ordan burdan duyduğum şeyler, gidip yaşamak apayrı olacaktır. Ders notlarını bile gelecek nesillere faydalı olsun diye çok düzenli hazırlayan bir kişi olarak, bu blogda gelecekte Slovenya’ya gidecek başka arkadaşlara da yardımcı olabilmek amacıyla tecrübelerimi  paylaşmaya çalışacağım.
Aceleci ve tedbirli olduğum için daha Erasmus’a gitmeme 15 gün varken bloğumu yazmaya başladım tabi. Eğer gitmeyi başarırsam, paylaşımlarıma devam edeceğim. Bugünlerde iyi ki Erasmus’a gidiyorum modundayım, umarım döndüğüm zaman da iyi ki gitmişim diyebilirim.
Biraz da uzattım sanırım. Şimdilik eyyorlamam bu kadar, hayırlı işler.

Not: Belki bir gün bir Erasmus öğrencisi blogumu okursa diye, bilgilendirici yazıların başlıklarını * ile işaretleyeceğim.

2 yorum:

  1. Blogunuzdaki ilk yazınızı keyifle okudum. Vaktim oldukça diğerlerini de okuyacağım. Başarılar.

    YanıtlaSil
  2. Begendiginize cok sevindim, cok tesekkurler.

    YanıtlaSil